22 Nisan 2010 Perşembe

Platon Kimdir?

Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yılında Atina'da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür.Asıl adı Aristokles'dir. Geniş omuzları ve atletik yapısı nedeniyle, Yunanca Platon (geniş göğüslü) lakabı ile anılmış ve tanınmıştır.(Eflatun olarakta bilinir).20 yaşında Sokrates'le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (M.Ö. 399) sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara'ya gitmiş ama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır'a, oradan da Pythagorasçıların etkili oldukları Sicilya ve Güney İtalya'ya geçmiştir. Bir ara korsanların eline düşmüş, fidye vererek kurtulduktan sonra, kırk yaşlarında Atina'ya dönmüştür. Atina'da Akademi'yi kurarak dersler vermeye başlayan Platon, M.Ö. 347 yılında 81 yaşındayken ölmüştür.

Platon, hocası Sokrates gibi sokaklarda ve pazar yerlerinde öğretim yapmak istemiyordu; tam tersine ne yaptığını bilmeyen kuru kalabalıktan uzak bir yerde bir okul kurarak, seçkin öğrenciler yetiştirmeyi düşünüyordu. Atina'nın batısında bulunan ve adını bir Yunan kahramanı Academios'tan alan bölge, bu amaç için çok uygundu. Platon meşhur okulu Akademi'yi burada kurdu. Bu dönemde, Akademi bölgesinde esin perileri Müzler için bir tapınak, öğrenciler ve öğretmenler için odalar, toplantı odaları, konferans salonları ve yemekhaneler yapılmıştı. Ancak öğretimin nasıl yürütüldüğüne ilişkin yeterli bilgiye sahip değiliz. Büyük bir olasılıkla Sokrates'in diyalektik yöntemi uygulanmış, yani öğretim esnasında konferans yöntemi yerine tartışma yöntemi benimsenmiştir. Platon'un amacı, öğrencilerine bilgi aşkını aşılayarak, onları filozof bir yönetici olarak yetiştirmektir; bu yüzden ahlak ve siyasete ağırlık vermiş, ancak bunları mantık ve matematikle temellendirmeyi ihmal etmemiştir.

Akademi bu haliyle daha çok özel bir öğretim kurumunu andırmaktadır. Her yaştan öğrencisi vardır; fakat öğrenciler, sınavdan geçirilmez ve eğitimlerini tamamladıklarını gösterir özel bir diploma ile ödüllendirilmez; yalnızca doğruyu araştırmakla görevlidirler

Platon'un ölümünden sonra Akademi'nin başına kız kardeşinin oğlu geçmiş ve Platon'un düşüncelerinin yerleşmesi ve gelenekselleşmesi için uğraşmıştır. Akademi uzun bir süre seçkin yöneticilerin yönetiminde ve denetiminde, seçkin öğrenciler yetiştirmiş ve 6. yüzyılın başlarında bir Pagan okulu olduğu gerekçesiyle Bizans İmparatoru Justinianus tarafından kapatılmıştır. Hıristiyanların tehditlerinden kaçan öğretmenlerden ve öğrencilerden bazıları, Sâsânî Kralı Anuşirvan'ın (M.S. 531-579) Cundişapur'da kurmuş olduğu tıp okuluna sığınmışlardır. Bu, uygarlık tarihi açısından çok önemli bir gelişmedir; çünkü buraya yerleşen Yunan filozofları ve hekimleri, birkaç yüzyıl sonra İslâm Dünyası'nda yeşerecek olan bilim ağacının tohumlarını atacak ve böylece bilim ve felsefe Atina'dan Bağdad'a taşınacaktır.

Justinianus'un Akademi'yi kapatmasının nedeni Pagan etkisini ortadan kaldırmaktı; ancak bu yolla, istemeden de olsa, Hıristiyanlığın en büyük rakibi olan Doğu uygarlığının (ve bu arada İslâm uygarlığının) güçlenmesine yardımcı olmuştur.

Platon, barbarlarla dost olmasa da, onlara karşı Aristoteles kadar katı bir tutum içerisinde de değildir. Mısır'a yapmış olduğu gezi sırasında, Mısırlıların bilimleri, dinleri ve yaşam biçimlerine ilişkin bilgi edinmiş ve Mısır uygarlığının Yunan uygarlığından daha önce geliştiğini ve onun biçimlenmesine yardımcı olduğunu anlamıştır. Bu husus, Timaios adlı diyalogunda açıkça görünmektedir. Burada Solon ile bir Mısırlı rahip arasında geçen bir konuşma cidden çok ilginçtir. Rahip Sais,

"Ah Solon Solon... Siz Yunanlılar daha dünkü çocuksunuz." deyince, Solon bu söylediklerinin ne anlama geldiğini sorar ve bunun üzerine rahip şu karşılığı verir :

"Ruh olarak sen ve siz çok gençsiniz; çünkü ne eski geleneklere ne de yüzyıllar öncesinden gelen bir bilime sahipsiniz ."

Platon Mezopotamyalılara ilişkin fazla bir bilgiye sahip olmasa da, Asur hükümdarı Ninos'un kanunlarına atıfta bulunması, bu uygarlığa tamamen yabancı olmadığını göstermektedir. Eserlerinde görülen astroloji anlayışı büyük ölçüde Babillilerden gelmiştir.

Yunanlıların sürekli düşmanları olan Persleri ise, Platon çok iyi tanımaktaydı. Olasılıkla Herodotos ve diğer Yunan tarihçilerinin yapıtlarını okuyarak Achaemenidian İmparatorluğu'na hayranlık duymuştur. Perslerin otokrasisi, ona, Yunanlıların demokrasisinden daha sempatik görünüyordu.

Platon'a göre, insanlar bir mağaranın içinde yaşarlar ve yüzleri mağara girişinin karşısında bulunan duvara dönük olduğu için sadece ve sadece buraya düşen gölgeleri görebilirler; duyumlarımız yoluyla varlığından haberdar olduğumuz bu görünümler, gerçek değil, gerçeğin iyiden iyiye bozulmuş gölgeleridir; gerçeği görmek isteyen bir kimsenin, akıl yoluyla duyusal zincirlerden kurtularak başını mağaranın girişine çevirmesi ve orada geçit töreni yapmakta olan ideaları, yani görüntülerin oluşumunu sağlayan gerçek biçimleri seyretmesi gerekir. Bu nedenle bu alemde duyumsadığımız varlıklar birer gölgedir ve asıl var olan şeyler, bu gölgeler ve bu yanılsamalar değil, onların ardındaki ölümsüz idealardır. Mesela bir at ne kadar olağanüstü olursa olsun, zamanla bozulur ve kaybolur; oysa at ideası ezelî ve ebedîdir, değişmez.

Öyleyse, değişim içinde bulunan görüntülerin bilgisini bir yana bırakarak, hiçbir zaman değişmeyen ideaların bilgisine ulaşmak gerekir; felsefenin amacı bu olmalıdır; gerçek bir filozof, bu aldatıcı görünümlerin ardına saklanmış olan mutlak bilgiyi, yani ideaların bilgisini yakalayabilen kişidir. Platon böylece bilginlerin yolunu da çizmiş olmaktadır; çünkü İlkçağ ve Ortaçağ'da bilim ve felsefe birbirlerinden ayrı birer etkinlik olarak görülmemiştir.

Son diyaloglarındaki dualist eğilim, Zerdüştçülükten kaynaklanıyordu ancak bu etki, büyük bir olasılıkla dolaylı bir yoldan gelmiş olmalıydı; çünkü Platon'un diyaloglarında Zerdüşt ismine sadece bir yerde rastlanmaktadır. Ayrıca felsefesinde, Hint felsefelerinin izleri de görülmektedir.

Son diyaloglarındaki dualist eğilim, Zerdüştçülükten kaynaklanıyordu ancak bu etki, büyük bir olasılıkla dolaylı bir yoldan gelmiş olmalıydı; çünkü Platon'un diyaloglarında Zerdüşt ismine sadece bir yerde rastlanmaktadır. Ayrıca felsefesinde, Hint felsefelerinin izleri de görülmektedir.

Platon, Phaidon adlı diyalogunda, bir filozofun ölmekten mutlu olacağını, çünkü ruh ideasının ölümsüz olduğunu söylemektedir. Bu anlayış sonraları yaygınlaşacak ve insanı anlamlandırmaya çalışan düşüncelerin merkezine oturacaktır.

Yapıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, Platon daha çok ahlak ve siyasetle ilgileniyordu. Devlet, Yönetici ve Kanunlar adlı kitaplarında ideal bir devletin nasıl olması gerektiğini sorgulamış ve savunduğu görüşler, daha sonra Fârâbî ve İbn Sinâ gibi İslâm filozoflarının siyaset anlayışlarının biçimlenmesine büyük katkılarda bulunmuştur.

Matematik, Platon'un gözünde çok önemli bir bilimdi; çünkü onunla gerçek bilgiye, yani Tanrı İdeası'na ulaşmak olanaklıydı; zaten Tanrı'nın kendisi de bir matematikçiydi.

Platon'a göre, matematik, gölgeler alemi ile idealar alemi arasında bir ara alem veya iki alemi birbirine bağlayan bir geçittir. Mesela, ister doğada bulunsun isterse bulunmasın, geometrik biçimler bu ara alemin varlıklarıdır ve bu nedenle mükemmel değillerdir; bunlarla ilgilenenlerin, teğetlerin bir daireye veya bir küreye birden fazla noktada değdiklerini kabul etmeleri gerekir; ancak ideal bir daire veya ideal bir küre söz konusu olduğunda yalnızca bir değme noktasının bulunacağı zihinsel bir soyutlama ile kavranabilir. İşte bu nedenlerle, Platon Akademi'nin kapısına "Geometri bilmeyen bu kapıdan girmesin." diye yazdırmıştır. Platon uygulamalı matematiği sevmemiş ve bu nedenle cetvel ve pergelin dışında bir araç kullanmaya yanaşmamıştır.

Platon da doğaya Pythagorasçılar gibi bakar ve gerçeğin kilidini açacak anahtarın aritmetik ve geometri olduğuna inanır. Matematikle ilgili orijinal denebilecek bir çalışması yoktur; katkıları daha çok felsefîdir. Tanımları düzeltmiş ve mantıksal bağlantıları güçlendirmiştir. Ancak geometrik analiz, Platon'a değil, Kioslu Hipokrates'e atfedilmektedir.

Platon'un matematiğe ilişkin görüşleri ve çalışmaları sonucunda, matematik, diğer bilimler arasında seçkin bir konuma yerleşecek ve yüzyıllardan beri süregelmekte olan bilimsel eğitim ve öğretimin esas öğesini oluşturacaktır.

Düzgün çok yüzlülerin Platon tarafından keşfedildiği söylenmekteyse de, ondan çok daha önce bilinmekteydi. Ancak Platon beş düzgün çok yüzlüyle, beş öğeyi eşleştirmiş ve dörtyüzlünün ateşi, altıyüzlünün toprağı, sekizyüzlünün havayı, onikiyüzlünün suyu ve yirmiyüzlünün eteri simgelediğini bildirmiştir; ama Platon atomcu değildir ve Aristoteles'le birlikte atomcu görüşe karşıdır.

Pisagor Kimdir?

Pisagor ya da Pythagoras,M.Ö. 580 - M.Ö. 500 tarihleri arasında yaşamış olan Yunan filozof ve matematikçi.

En iyi bilinen önermesi; adıyla anılan Pisagor önermesidir. "Sayıların babası" olarak bilinir.

Doğum yeri olan Sisam adasından M.Ö. 529'da Güney İtalya'ya, Crotona'ya göç etti. Crotona bu yörenin zengin liman kentlerinden biriydi. Pisagor burada biraz kişisel çekiciliği, kendinde varolduğunu iddia ettiği kehanet gücü, biraz da etrafında yarattığı gizemci havasıyla zengin ve soylu delikanlılardan üçyüz kadarını bir çatı altında topladı ve okul kurdu. Pisagor öğrencilerini iki bölüme ayırıyordu : Dinleyiciler ve matematikçiler. Okula dinleyicilik ile başlanıyor başarılı olunursa matematikçiliğe geçiliyordu.

Klasik Mısır ve Babil kahinlerinden aldığı eğitimi 34 yıl süren Pisagor yeniden İtalya'ya döndüğünde elinde belirli kademelere bağlı şekilde oluşturduğu Örfeik öğretilerin yeniden canlanmasına yardımcı olacak bir gizemciliği taşıyordu. Mısır'da Osiris dinine bağlı aldığı eğitim ve daha sonra Mısır'ın Babil tarafından işgali ile gittiği matematik ülkesi Byblonya'da aldığı eğitimle matematiğin kutsallığına inanan Pisagor düşüncesindeki sayıların önemi de buradan gelir. Eski Mısır'daki kahinlerin ve Babil rahiplerinin ayinlerini müzikle gerçekleşmesi ve müzik formatının matematiksel işlemlerle döküman edilmesi ile müzik Pisagor felsefesinde önemli bir yer edindi.

Notalara paralel olarak sayıların da belirli bir düzene bağlı olduğunu savunan Pisagor 1'i tanrısal olarak yorumlarken 10 sayısının tanrısal olanla hiçliğin mükemmel birliği ifade ettiğini savunmuştur. Pisagor öğretisi evrende her şeyin bir sayı ile (özellikle tam sayı) özleştiğini öne sürer. 5 rengin, 6 soğuğun, 7 sağlığın, 8 aşkın nedenidir. Düzgün geometrik şekiller de pisagorculukta önemlidir. Pisagor müzik ile de uğraştı. Telin kısalmasıyla, çıkardığı sesin inceldiğini keşfetti. İki telden birinin uzunluğu diğerinin iki katıysa, kısa telin çıkardığı ses uzun telin çıkardığı sesin bir oktav üstünde olduğunu gördü. Eğer tellerin uzunluklarının oranı 3'ün 2'ye oranı gibiyse, iki telin çıkardığı sesler beşli aralıklı idi. Bu nedenle örneğin bağlamada parmağımızı tellerden birinin ortasına bastığımız zaman, teli titreştirirsek çıkacak olan ses, tel boş titreşirken çıkacak sesin bir oktav üstünde olacaktır. Benzer şekilde eğer parmağımız teli uzunluk 2/3 oranında bölen noktadaysa, telin boş durumuna oranla bir beşli aralık yukarda ses çıkacaktır.

Pisagor, sabah yıldızı ile akşam yıldızının aynı yıldız olduğunu ilk anlayan Yunanlıdır. Kendisinden sonra bu yıldız uzun süre Afrodit olarak anıldı. Bugün bunun Venüs gezegeni olduğunu biliyoruz.

Pisagor, Dünya'nın Güneş etrafında döndüğünü ileri sürdüğü zaman oldukça sert tepkiyle karşılaşmıştır. Bilimler hakkındaki görüşlerinin ne kadarının ona ait olduğu bilinmemektedir.

Pisagor öğretisini sunduğu felsefe okulunun kurucusudur. Bu okul aynı zamanda dini bir topluluk ve o zamanın politikasına oldukça egemendir. Pisagor'un matematik, fizik, felsefe, astronomi ve müzikte getirmek istediği yenilikleri, buluşları hazmedemeyen bir takım siyasetçi ve gruplar, halkı Pisagor'a karşı ayaklandırarak, okulunu ateşe vermişler, Pisagor ve öğrencileri bu alevler arasında ölmüşlerdir.

20 Nisan 2010 Salı

Diferansiyel Denklemler Tarihi


Diferansiyel denklemler konusunda yapılan ilk çalışmalar, 17. yüzyılın ikinci yarısında, diferansiyel ve integral hesabın keşfinden (ortaya çıkmasından) hemen sonra, İngiliz matematikçi Newton (1642-1727) ve Alman matematikçi Leibniz (1641-1716) ile başlar.

Diferansiyel denklemler konusunda yapılan ilk çalışmalar, 17. yüzyılın ikinci yarısında, diferansiyel ve integral hesabın keşfinden (ortaya çıkmasından) hemen sonra, İngiliz matematikçi Newton (1642-1727) ve Alman matematikçi Leibniz (1641-1716) ile başlar.Daha sonraları, matematik tarihinde büyük isim yapmış olan, İsviçreli matematikçilerden Bernouilli kardeşlerin, 18. yüzyılda da, Euler, Clairaut, Lagrance, D'Alembert. Charbit, Monge, Laplace ile 19. yüzyılda da, Chrystal, Cauchy, Jacobi, Ampere, Darboux, Picard , Fusch ve F.G. Frobenius, diferansiyel denklemler teorisini, bugünkü ileri seviyeye getiren matematikçilerdir.

Belli tip diferansiyel denklemlerin, belli şartlar altında bir çözümlerinin mevcut olmasının ispatı, diferansiyel denklemler teorisinde varlık teoremi konusunu teşkil etmekte olup, bu da, ilk olarak 1820 ile 1830 yılları arasında, Fransız matematikçi A.L. Cauchy tarafından tesis edilmiş ve daha sonra gelenler tarafından geliştirilmiştir.

Newton ve Diferansiyel Denklem
İngiliz matematikçi Newton (1642-1727), diferansiyel denklemler üzerindeki çalışmalarına 1665 yılında başlamıştır. 1671 yılında yayınladığı bir makale ile, diferansiyel denklemleri 3 ayrı sınıfta göstermiştir. Bunlar:

Birinci Sınıf Diferansiyel Denklemler: Bu sınıfa ayırdıkları, dy/dx tipinde olanlardır. Burada y, x'in bir fonksiyonudur veya bunun tersi de söz konusudur.

İkinci Sınıf Diferansiyel Denklemler: Bu sınıfa ayırdıkları, (dy/dx) = f(x,y) tipinde olanlardır.

Üçüncü Sınıf Diferansiyel Denklemler: Bu sınıftaki diferansiyel denklemler ise, kısmi diferansiyel tipinde olanlardır.

Leibniz ve Diferansiyel Denklem
Alman filozof ve matematikçi Leibniz (1646-1716), diferansiyel denklemler üzerine çalışmalarına 1673 yılında başlamıştır. Bu konudaki çalışmalarını, 1684 ile 1686 yılları arasında yazdığı Aklaerudilorum adında bir eseri ile ortaya koymuştur.

Leibniz'in bu eseri, yayınlandığı yıllarda Almanya'da gereken ilgiyi görmemiştir. Fakat, İsviçre'de, Jaques ve Jean Bernouilli kardeşler tarafından, ilgiyle incelenmiştir. 1690 yılında, Jaques Bernouilli bu konuda önemli bir eser yayınlanmıştır. Yine aynı yıllarda; Leibniz ve Bernouilli kardeşler tarafından, diferansiyel üzerinde önemli araştırmalar yapmışlardır. Yeni çözüm yolları geliştirmişlerdir. Leibniz 1691 yılında; f (x,y) = f (x.g (y)) şeklinde olan diferansiyel denklemin çözümünü yapmıştır.

Euler ve Diferansiyel Denklem
Alman matematikçi Leonard Euler (1707-1783), 1728 yılında, diferansiyel denklemler üzerinde geniş çalışmalar yapmıştır. Diferansiyel denklemlerin derecesini düşürme yöntemlerini geliştirmiştir. Seri çözümleri:

(1-x4)-1/2dx + (1-y4)1/2dy = 0

şeklinde olan Abel'in teoreminin cebirsel çözümünü bulmuştur. Bu çözüm, eliptik fonksiyonlarda önemli rol oynamıştır.

Euler'in Denklemi
ai ler sabit olmak üzere, denklemin genel şekli:

a0xnyn + a1xn-1yn-1 + ... + an-1 xy + an = q(x)

olan bu denklem, y'ye ve türevlerine göre lineerdir, fakat katsayılar değişkendir.

Pi Sayısı Tarihi

Kaynaklar pi sayısı için, ilk gerçek değerin, Archimedes tarafından kullanıldığını belirtir. Archimedes; pi sayısının değerini hesaplamak için bir yöntem vermiş ve pi değerini 3+1/7 ile 3+10/71 arasında tespit etmiştir. Bu iki kesrin ondalık sayı karşılığı 3,142 ve 3,1408 dir. Bu iki değer, pi sayısının, bugünkü bilinen gerçek değerine çok yakın olan bir değerdir. Ancak Archimedes'in gençlik yıllarında Mısır'da uzun bir süre öğrenim gördüğü bilinmekte.

Archimedes'in sağlığında İskenderiye'de Öklid'den ders aldığı, Öklid'in de Eski Mısır ve Mezopotamya Babil yöresinde uzun yıllar dolaşan bir matematikçi olduğu, bilinen tarihi bir gerçektir. İskenderiyeli tarihçi Herodot, metrika adlı eserinde pi sayısı için verdiği değer 3,71'dir. Bu değer, İskenderiyeli Heron'dan sonra gelen, eski Yunan ve ortaçağ matematikçileri tarafından farklı değerler kullanılmıştır. İskenderiyeli Heron'un verdiği yaklaşık değerin de, Mezopotamya menşeli olması ve Mezopotamyalılar'dan alınma takribi bir sonucu temsil etmesi muhtemeldir.

Pi sayısı üzerinde, Babilliler'in çok eski zamanlardan beri, kullanılan yaklaşık bir bilgiye sahip oldukları anlaşılmıştır. Genel olarak pi=3 değerini kullanıyorlardı. Bazı tabletlerde pi=3,125 değeri ne de rastlanılmıştır. Aydın Sayılı, adı geçen eserinde, "Mezopotamyalılar'da, idealleştirilmiş çemberlerle üçgenlerdeki geometrik münasebetler aracılığıyla, çözümlenen problemlerde teorikleştirilmiş ve soyutlaştırılmış bir durum mevcuttur" der. Böyle problemlerde sonuç hesaplanırken pi sayısı için, değerinin kullanılmış olduğunu belirtir.

Bu değeri; Mezopotamyalılar takribi sonuçlar için kullanmaktaydılar. Daha iyi yaklaşık sonuçlar elde etmek istedikleri zaman pi=3,125 değerini uygularlardı. Ancak pi sayısının; Mısırlılar'ınkinden ve Susa tabletlerinin gösterdiği değerden oldukça daha iyi bir değeri, ilkin Archimedes tarafından bulunmuştur. Kaynaklar; Mezopotamyalılar, yamuk alanı hesabı ile, silindir ve prizma hacim hesaplarını bildiklerini ve pi için de 3 değerini kullandıklarını belirtir. Fakat eski Babil çağına ait olup, Susa'da bulunmuş olan tabletlerde pi için kabul edilen değerin 3,125 olduğu anlaşılmaktadır.

Bugün bir veya çok bilinmeyenli cebir denklemleriyle çözdüğümüz türden birçok problemlere Babil tabletlerinde rastlanmıştır. Mesela: Bu tablette, bir dikdörtgenin eniyle boyunu veren sayılar birbiriyle çarpılır ve bu sayılar arasındaki fark, bu çarpıma eklenirse 153 elde ediliyor. Aynı sayılar birbirine eklenirse 27 çıkıyor. Bu şeklin eni, boyu ve yüzölçümü nedir sorusu soruluyor ve cevap olarak: 20, 7 ve 140 değerleri veriliyor.

Matematik Nedir?

Matematik nedir?

İsmini vermek istemediğim bir üniversitede ilköğretim matematik öğretmenliği öğrencilerine Matematik ve Yaşam dersinde soruLan bir soru.Peki kaç tanesi doğru cevaplayabiliyor.Bırakın doğrusunu cevap veremiyor.İşte Türkiye'deki eğitim sistemimiz."Ezberci insanlar yetiştirmek".

Türev alabiliyoruz ama türevin anlamını bilmiyoruz.2 katlı integral alıyoruz ama integral nedir,nasıl bulunmuştur cevap veremiyoruz.Lisede gördüğümüz tüm dersler sadece öss ye endekslenmiş durumda.Formülü veriyoruz öğrenciye sadece sayıları yerine koymak kalıyor.Peki suç öğretmenlerde mi?Hayır.Çünkü sistem bunu istiyor.Sınavlar bunu ölçüyor

Hala daha eğitim sistemimizin Avrupa'dan geri olduğunu iddia edip üzülüyoruz.Ama aslında bu sistemle bugünleri görmemize şükür bile etmeliyiz...

Dediğim gibi suç öğretmenlerdede değiL.Öğrenciye ispat öğretiyorsunuz,veliler sizi müdüre şikayet ediyor."Vay efendim başka öğretmenler soru çözüyor,sen ispat veriyorsun.Öss de çıkmıyor ne yapsın bunu çocuk".Yani gerçek bilgi öss yada öys yada ygs (sadece ismin değiştiği ama sisteminin hep aynı kaldığı sınav) de çıkan sorulardan ibaret.

Hayır sistemi devam ettirenleride eleştiremiyorsunuz çünkü daha iyi bir sistem oturtulamıyor.Bilmiyorum bu durum ne kadar devam edecek ama en büyük görev eğitimcilere düşüyor.Eğitim psikologları,felsefecileri...vs.Şüphesiz bu durumdan onlarda memnun değiller ama ben biraz daha fazla çalışma yapmalarını istiyorum...

Belkide 1000 kişi bahsetti bu konudan ama bir de ben bahsedeyim dedim.Çünkü bu sistemin içindeyim ve belkide en iyi tanıyanlardanım...

...?

FraktaL Resimler

Fraktallar, matematiksel denklemlerin sonucunda bilgisayar tarafından çizilen muhteşem görüntülerdir.Bu şekillerin en önemli özelliği, ne kadar büyütürseniz büyütün, görüntünün her küçük ayrıntısının, bütün ile tıpatıp aynı karakteristikleri taşımaları...İşte fraktal örnekleri...






19 Nisan 2010 Pazartesi

Matematik Karikatürleri

Matematik her zaman ürkütücü olmuyor...İşte bazen bu kadar komik...

Eğer Öğretim Teknolojileri ve materyal tasarımı dersi alıyorsanız çektiğiniz çileyi en iyi bilenlerdenim.Saatlerce kesirlerle ilgili karikatür aradım ama maalesef bir tane bile bulamadım...Bu yüzden matematik ile ilgili karikatürleri biraraya toplamaya karar verdim...Umarım işinize yarar.

Eğer benim bu dersle alakam yok,olmasında diyorsanız ingilizcede söylendiği gibi "Just have fun"...















Olasılığın Tarihi Gelişimi

Bugünkü anlamıyla istatistik ve olasılığın konusu başlıca; Şans oyunları İnsan hayatı ve ölçümlerine ilişkin biriken kayıtlardan kaynaklanır. Bu kaynakların her ikisi de, gerçekten tanımlanabilir biçimde, onyedinci yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkar .Klasik olasılık kavramı bu kaynakların ilkinden, deneysel olasılık kavramı ise isatistikler üzerine kurulu ikinci kaynağa bağlı olarak gelişmiştir. 1650 yıllarında kumar fransız toplumunda çok yaygındı. Zar, kart, para atışı, rulet gibi oyunlar oldukça gelişmişti. Paraya olan ihtiyacın artması bazı formüllerle kumar şansının hesaplanacbileceği düşüncesini getirdi.Méré gibi etkili, sözü geçen kumarbazlar Pascal, Fermat ve daha sonra d’Alembert ve De Moivre gibi zamanın önde gelen matematikçilerinin bu konuda yardımcı olabileceğini düşündüler. Matematikçilerin problemi benimsemesiyle klasik olasılık konusu şekillendi.














Olasılığın (prior) tanımı 1654 yılında Pascal ve Fermat arasındaki yazışmalarda formüle edildi. Huygens 1657 yılında konuyla ilgili ilk bilimsel eseri yayınladı. Meşhur Bernoulli teoremi ve binom dağılımı 1713 yılında ortaya atıldı. Olasılıkların çarpılması kuralı başlığıyla bilinen genel teorem de Moivre tarafından 1718 yılında öne sürüldü ve 1733’den 1738’e kadar normal olasılık dağılımı ve merkezi limit teoreminin bir özel durumu yine aynı matematikçi tarafından tartışıldı. Normal dağılışla ilgili daha ileri gelişmeler Gauss tarafından gerçekleştirildi. Aşağı yukarı aynı zamanlarda “En Küçük Kareler” kuralı Legendre tarafından formülleştirildi. Laplace 1812 yılında şans oyunlaryla ilgili matematiksel teorinin tam bir özetini verdi. 1812 yılından hemen sonra ise klasik matematikçilerle olan temas bir bakıma kaybolmuştu. Konuya ilişkin daha sonraki gelişmeler teorik ve uygulamalı alanlarda çalışan istatikçiler tarafından gerçekleştirildi. Gaunt’ın 1662 yılında İngiltere’deki hayat ve ölüm kayıtlarını yayınlaması olasılığın ve deneysel olasılığın bugünkü biçimine dönüşmesinde ilk adım oldu.Birkaç yıl sonra bu kayıtlar ve bunlarla ilgili yorumlar Halley tarafından önemli derecede geliştirildi. Halley’e bazen bu nedenle istatisliğin babası bile dendi.İstatistik 200 yıllık bir zaman süresince çok fazla ilerleme sağlamadan gelişimini surdürdü. 1920 yılında matematikçilerle etkin temas tekrar sağlanarak ve bugun matematikteki gelişmelere bağlı olarak birçok yeni yeni uygulama alanı ile bu ilişki sürmektedir.

Olasılık teorisinin başlangıcı ifade edildiği gibi şans oyunlarıyla ilgili fiziksel gözlemlerde yatmaktadır. Yansız bir para biriminden bağımsız olarak bir çok kez atıldığında yazıların göreli sıklığının, yani tüm atışlar sonunda gözlenen toplam yazı sayısının toplam atış sayısın oranının ½ sayısına yakın olmasının çok muhtemel olduğu bulunmuştur. Benzer şekilde iyice karıştırılmış 52’lik oyun oyun kağıdı destesinden bir kağıt cekilip, bu kağıdı desteye koyup desteyi tekrar kurarak kağıt çekme işlemi aynı koşullarda birçok kez tekrar edilirse, desteden elde edilen maça sayısının tüm çekiliş sayısına oranının, yani maçaların göreli sıklığının ¼ sayısına yakınsadığı görülür.

Kart demetinde tek kart seçildiğinde 52 mümkün sonuç vardır. Sonuçlardan herhangi birini diğerinden farklı kılacak bir sebep olmadığından konuyla ilk ilgilenenler uygun sonuçların bütün mümkün sonuçlara oranını, yani 52’lik destede toplam 13 maça olduğundan 13/52 veya 1/4’ü bir maça elde etme olasılığı olarak adlandırılır.

Olasılığın klasik tanımı olarak bilinen ve bir olayın olasılığının tüm meydana gelişler eşit şanslı olduğunda olayla ilgili sonuçların sayısının tüm mümkün sonuçlara oranı olarak veren tanım kısıtlayıcı ve kısır döngülüdür. Tanım sırasında “eşit şanslı” diye olasılığı tanımlarken olasılık kavramı kullanılmaktadır. Bu nedenle bu düşünceyi olasılık teorisinin temeli olarak alamayız. Bununla beraber olasılık teorisiyle ilk ilgilenenler yine de geçerli ve faydalı sonuçlara ulaşmışlardır.

Benzer şekilde, olasılığın göreli sıklık tanımı da problem yaratacaktır. Sn n bağımsız denemede bir olayın meydana gelişlerinin sayısı ise, fiziksel olarak Sn/n göreli sıklığın bir limite yakınsayacağı beklenir. Bununla beraber limitin varlığı matematiksel anlamda ileri sürülemez. Yansız bir paranın birbirinden bağımsız birçok kez atılması durumunda Sn/n oranının 1/2 değerine yakınsaması beklendiği halde, paranın daima yazı gelmeside akla uygun bir sonuçtur. Bir başka değişle Sn/n oranın 0 ile 1 arasında bir sayıya yakınsaması ya da Sn/n oranının bir limiti olması da mümkündür.

Olasılık teorisinin matematiksel olarak gelişirken rastgele deneyin tüm mümkün sonuçlarının oluşturduğu örnek uzayı denen  gibi bir küme tanımına ihtiyaç duyulur. Doğal olarak farklı deneyler için  da farklı olur. Bir zar atıldığında  ={1, 2, 3, 4, 5, 6 }dır. Bununla beraber aynı deneye bağlı olarak her atışta çift (Ç) veya tek (T) sayı elde edilmesi ile ilgiliysek  = {Ç, T}dir. Görüldüğü gibi aynı deney için ilgilendiğimiz sonuçlara bağlı olarak farklı örnek uzayları da tanımlanabilmektedir.

Genel olarak her deneyin sonucu örnek uzayı  da bir tek noktaya karşı gelmelidir. Sonuçları önceden tahmin edilemeyen bir deneyin (rastgele deney) uygulanması ile oluşturulan örnek uzayının her alt kümesi bir olaydır. Bir olayı belirten A kümesindeki her nokta A olayına uygun bir sonucu ifade eder. Buradan hareketle her deneyin sonucu örnek uzaydaki bir noktaya karşı geleceğinden  ya kesin olay, örnek uzayının dışındaki bir olaya ise imkansız olay denir.İmkansız olay örnek uzayındaki noktaları içermediğinden boş küme  ile belirtilir. ’nın bütün alt kümelerini olay olarak nitelemek her zaman mümkün olmayabilir. ’daki bir noktaya ilişkin sonuçtaki bazı bilgileri atabilir veya ölçemeyebiliriz.O zaman cıkarılan veya eksik olan bu bilgiye bağlı olarak A olayının meydana gelmesi hakkıda karar verilemiyebilir.Örneğin bir para 5 kez atıldığında sadece ilk 3 atıştakı sonuçlar kaydedilmiş olsun .Bu durumda A={en az dört yazı}ölçülemez. Olasılığın kümesel cebirine bağlı olarak geliştirilmesi küme kavramı ve kümeler cebirinin incelenmesine bağlı olduğundan daha sonraya bırakılmıştır.

Olasılığın genel konusu Matematiksel İstatistiksel verilerin ölçümleriDoğa teorisiBilginin kendi teorisinin bir karışımıdır.

Bu nedenle bu konuda bilgisini genişletmek isteyen herkez kaçınılmaz olarak bunların tümünü kapsayacak bir gelişmenin zorunlu olduğun görür. Dolayısı ile olasılık teorisine girişte matematiğin bazı temel konularına değinmek, aksiyomatik yapıyı kurup bunu geliştirmemizde bize yardımcı olcaktır. Bu nedenle ilk olarak küme kavramı bu küme cebiri, kartezyen çarpımlar, fonksiyon kavramı ve kümelerin sayılabilirliği konularına değindikten sonra olasılık kavramı ele alınacak, olasılık uzaylarına kadar olan bir gelişime yer verecektir.

Matematik Fıkraları

Matematikçi
Balonla seyehat etmekte olan bir grup yolunu kaybeder ve biraz alçalarak aşağıdaki kişiye yaklaşırlar.
İçlerinden biri aşağıya bağırır:
-Heyyy! Şu anda nerdeyiz?
Aşağıdaki şahıs onlara şöyle bir bakar ve biraz düşünüp dalgın dalgın cevap verir:
-Bir balonun içinde ve oldukça alçaktasınız.
Balondaki adam doğrulur ve arkadaşlarına:
-Biliyor musunuz bu adam matematikçi der.
Bunun üzerine balondaki diğer şahıslar bunu nerden anladığını sorduklarında şöyle yanıtlar:
-Birincisi, çok düşündü,ikincisi söylediği şey kesin olarak doğru,üçüncüsü,bir işe yaramıyor.

Deney
Bir matematikçi,bir fizikçi ve bir kimyacıyı bir ay süreliğine ayrı ayrı odalara kapatmışlar.
Odalarda kilitli bir buzdolabı ve çeşitli araç gereç varmış.Bir ay sonunda odaların kapılarını açıp bakmışlar.
Fizikçi mekanik bir makine yaparak buzdolabının kapısını kırmış ve karnını doyurmuş.
Kimyacı çeşitli elementleri karıştırarak bir sıvı yapıp buzdolabının kapısını eritmiş.
Son olarak matematikçinin odasına girmişler.
Matematikçinin kurumuş cesedi duvara dayanmış bir halde yerde kanla şunlar yazılıymış:
Teorem: Buzdolabını açamazsam ölürüm
İspat: Buzdolabını açtığımı varsayalım...

İndirgeme
Bir matematikçi ve fizikçi fakültenin dinlenme salonun da oturup kahvelerini yudumlarken bakarlarki kahve makinası tutuşmuş.Fizikçi hemen koşarak eline aldığı kovayı doldurarak ateşi söndürür.İkinci gün olacak ya aynı olay tekrar vuku bulur.Bunun üzerine matematikçi koşar kovayı alır getirir ve fizikçinin eline tutuşturarak problemi daha önce çözümlenmiş olanına indirger.

Yangın
Bir mühendis,bir fizikçi ve bir matematikçi bir hoteldedir.
Derken mühendis burnuna gelen duman kokusuyla uyanır,hole çıkar,bir de bakar ki bi yangın var.
Eline geçirdiği bir kovaya su doldurarak yangını söndürmeye çalışır.
Daha sonra fizikçi uyanır,aynı yangını görür ve yangın hortumunu bulur ve başlar hesap yapmaya;
Su basıncı,alevin şiddeti,aradaki mesafe falan derken yaptığı hesaplara göre yangının sönmeyeceği ortaya çıkar ve yatağına geri döner.
Daha sonra matematikçi kalkar kokunun etkisiyle ve hole koşar,bir de bakar yangın var.
Çözüm aramaya koyulur.
Derken yangın hortumunu bulur ve ”çözümü buldum” diye bağırarak yatağına geri döner.

fRaktaL Geometri

Her şey, Benoit Mandelbrot’un kafasında oluşan ve basit gibi görünen bir soru ile başlar : İngiltere’nin kıyı uzunluğu ne kadardır?Yanıtı bulmak için yapılabilecek ilk şey, ölçeği belli bir harita bulduktan sonra, buradan kıyı şeridinin uzunluğunu, sözgelimi bir iple ölçmek ve sonucu haritanın ölçeğiyle çarparak, kıyı uzunluğunu hesaplamak olabilir.Peki, kıyı şeridinin uzunluğu ‘gerçekte’ ne kadardır? Kıyı şeridinin uçaktan çekilmiş bir dizi fotoğrafı ile daha doğru bir ölçüm yapabilirsiniz; şüphesiz bu değer, harita üzerinde hesaplanandan biraz daha büyük çıkacaktır. Biraz daha ileri gidip, tüm kıyıyı adım adım ölçtüğünüzü düşünelim; bu durumda ne kadarlık bir uzunluk hesaplayabilirsiniz? Peki ya tüm uzunluğu milimetrik bir cetvelle ölçebildiğinizi düşünün; hatta moleküler boyulara kadar uzanan hassas bir uzunluk ölçümü yapabildiğinizi... Sonuçta, ölçümlerinizi hassaslaştırdıkça, kıyı uzunluğunun sonsuza gittiğini farkedeceksiniz. Sonlu bir kara parçasının sınırları, aslında sonsuz uzunluktadır!

Bu basit ve çarpıcı sonuç, Benoit Mandelbrot gibi bir matematikçinin elinde, ‘fraktal geometri’ dediğimiz yeni bir matematik dalının temellerinin atılmasını sağladı. Mandelbrot, tabiattaki biçimlerin matematiğini keşfeden ve buna latince ‘kırıklı’ anlamına gelen ‘fractus’ sözünden türettiği ‘fractal’ adını veren kişidir. Kendisinin tanımladığı ünlü ‘Mandelbrot Kümesi’, belki de dünyanın en meşhur geometrik şekillerinden birisidir.Fraktal geometri, bildiğimiz Euklid (Öklid) geometrisinden oldukça farklıdır. Euklid geometrisi, okullarda okuduğumuz, üniversite sınavlarında karşımıza çıkan sıfır, bir iki ve üç boyutlu geometrik şekillerle ilgilenir. Mandelbrot’un fraktalleri ise, kesirli boyutlara sahip olmaları açısından, geleneksel geometriden kökten farklı bir yapı sergiler. Matematiğe çok girmeden bunu şöyle örneklendirebiliriz: Elinizde bir sayfa kağıt olduğunu ve bunun iki boyutlu olduğunu düşünün (aslında kağıt, kalınlığı da olan üç boyultu bir nesnedir ama, şimdilik kalınlıksız iki boyutlu bir yüzey düşünüyoruz). Kağıdı elinizde o kadar çok buruşturup sıkıştırıyorsunuz ki, artık son derece karmaşık hale gelmiş bu iki boyutlu yüzeyi ‘iki boyutlu’ olarak nitelemek gittikçe imkansızlaşıyor. Üç boyutlu olduğunu da iddia edemiyorsunuz, zira elinizdeki ne kadar buruşmuş olursa olsun, iki boyutlu bir yüzeydir aslında. Dolayısıyla, buruşma miktarı arttıkça, 2.05, 2.28, 2.4 gibi kesirli boyutlara sahip bir yüzey şekli elde etmeye başlarsınız. İşte fraktallerdeki kesirli boyut kavramı da buna benzer bir karmaşıklığın neticesinde ortaya çıkar. Aslında doğada hakim olan geometri de işte bu ‘fraktal geometri’dir...

Doğadaki biçimler gerçekten de geleneksel geometrinin bize öğrettiğinden çok farklıdır. Geleneksel (Euklid’çi) geometri daha ziyade idealize edilmiş soyutlamalardan oluşuruken, tabiattaki biçimler çok daha karmaşıktırlar. Yerküreyi 6-7 kez dolaşabilecek kan damarlarını ve bir kaç tenis kortu kadar alan kaplayan akciğer hava keseciklerini bu küçücük vücudumuza; açıldığında 2 metreyi aşkın bir uzunluğa erişen DNA molekülümüzü 100 trilyon hücremizin her birindeki bir kaç mikrometrelik (milimetrenin binde biri) çekirdeğin içine paketlenmesinin ardında, işte bu ‘fraktal’ kurallar yatmaktadır. Fraktal özelliklere sahip bir geometrik şekli evinizde kendi başınıza elde etmenin bu gün için en kolay yolu, internette rahatlıkla bulunabilen hazır bilgisayar programlarından birisini kullanmaktır (fractal explorer). Zira her ne kadar basit olursa olsun, bir ‘fraktal’ ortaya çıkarmak, matematiksel bir dizi işlem serisi (iterasyonlar) gerektirir ki, bu tekrarlayan işlem serileri, tam da bilgisayarlara göre bir iştir. Örneğin Mandelbrot Kümesi aslında, ‘karmaşık sayılar’ı da içeren ve kendi sonucunu her tekrarda ‘giriş verisi’ olarak kullanan bir iterasyon, yani tekrar tekrar hesaplama işlemidir. Bu hesaplama sonucu elde edilen kapalı noktalar kümesi, alanı sonlu, fakat kenar uzunluğu sonsuz bir küme olarak tüm fraktallerin –tabir yerindeyse- atasıdır.Fraktalların bir başka çarpıcı özelliği, doğada çokça rastladığımız ‘kendine benzeme’ (self similarity) özelliğidir. Herhangi bir iterasyon dizgesi ile oluşturulan bir fraktal biçim, aynı matematiksel formül çekirdeğinin defalarca üst üste tekrarlanması ile ortaya çıktığından, ana kümenin şekli, küme kenarlarının mikroskobik detaylarında dahi benzer görünüm ve biçimlerde tekrarlanır.Tabiatta da bu durumla sık sık karşılaşırız:Örneğin ağaçların bir çok tipinde, dal ve köklerdeki saçaklanma biçimleriyle; dalların yan dallara ayrılma biçimlerinin, yaprakların çıkış noktalarının ve yapraklar üzerindeki damarların dallanış biçimlerinin hep birbirine benzer bir kalıp izlediğine belki de daha önce dikkat etmişsinizdir. Daha çarpıcı bir örnek olarak, atom-altı düzeyi de düşünebiliriz. Bu düzeyde ulaştığımız mikro-alem, aynen uzay boşluğu gibi karanlık, nisbi olarak korkunç mesafelerle birbirlerinden ayrılmış bileşenlerden (elektronlar - protonlar vb.) oluşan bir boşluktur ve atomun ardında, yeni bir ‘uzay boşluğu’, farklı ölçeklerle de olsa bizi bekler gibidir! İşte bu özellikler, fraktal geometrinin sadece ağlenceli bir oyun olmaktan ziyade, hayatın kendisini daha iyi anlamamızda yardımcı bir araç olarak kullanılması konusunda bizi defaatle ikaz ediyor.Yapısındaki bıktırıcı ve binlerce tekrara dayalı matematiksel altyapıya rağmen fraktal geometri, özellikle günümüz yazılım teknolojisinin nimetleriyle de birleşince artık oldukça yaygınlaşmış durumda. Günümüzde fraktalleri oluşturmak için uzmanlığa gerek olmadığı gibi, güzelliklerini ve bize anlattıklarını anlayabilmek/takdir edebilmek için matematik dehası olmak gerekmiyor. Tek şart, insanî bir merak ve iştiyak sahibi olmak; hepsi o kadar.

8 Nisan 2010 Perşembe

Geometri Tarihi

Uzayın ve uzayda tasarlanabilen biçimlerin, kurallara uyularak incelenmesini konu alan matematik dalı. Yunanca «geo», yer ve «metron», ölçüden.

Geometri Nil kıyılarında doğdu. Bu ırmağın düzenli aralıklarla taşması, tarlaların sınırlarını siliyor, Mısırlıları güç sorunlarla karşı karşıya bırakıyordu: çünkü tarlaların sınırlarını yeniden çizmek, herkese kendi yerini vermek, bunun için de tarlaların yüzölçümünü hesaplamak, nirengiler dikmek, kısacası, geometri yapmak gerekiyordu.

Doğru Kavramının Anlaşılması İçin

insanlara, yer ölçümüne ilişkin somut sorunları çözümleme olanağını veren geometriden, giderek soyut bir geometri doğdu. Böylece aynı kavramın değişik durumlara uygulanabileceği anlaşıldı. Sözgelimi, deniz üzerindeki ufuk çizgisiyle çekülün gergin ipi arasında hiç bir maddi ortaklık yoktur; ama ikisi de geometride doğru adı verilen kavramı belirtir; doğru kavramı, ancak bunun gibi somut örneklere bakılarak anlaşılabilecek bir kavramdır.

Bir kâğıdın üstüne çizilen düz bir çizgi, doğru hakkında yaklaşık bir fikir verir. Oysa doğru, sınırlı değildir (çizgi ise yaprağın kenarında biter) ve doğrunun kalınlığı yoktur (çizginin ise ne kadar ince çizilmiş olursa olsun, bir kalınlığı vardır). Bunun gibi, bir topa, bir küreye bakılarak küre kavramı hakkında bir fikir sahibi olunabilir.

Eukleides'in Aksiyomları ve Teoremleri

İskenderiyeli bir Yunan bilgini olan Eukleides, M.Ö. III. yy .da geometri hakkında ilk mükemmel kitabı yazdı. Eukleides o zamanki kitaplarında (bunlar somut sorunların çözümünü gösteren basit «reçete» derlemeleriydi) farklı bir açıdan bakarak, öne sürdüğü sonuçları, kesin kanıtlara başvurma yoluyla kanıtlamak istiyordu.

Bunun için önce, sezgiye dayanan birtakım kavramlar (nokta, doğru, düzlem) kabul etti (aksiyom), sonra doğru sandığı, ama doğruluğunu kanıtlayamadığı birtakım gerçekleri belirledi (bütün, parçadan daha büyüktür; üçüncü bir niceliğe eşit olan iki nicelik birbirine de eşittir) [postulat]. Bu aksiyom'larla postülat'lara dayanılarak geometri teorem'leri kurulur.

Kuşkusuz Eukleides, aksiyomlarının doğruluğunu kanıtlayamazdı, ama ona ve çağdaşlarına göre bunlar, tartışma götürmez gerçeklerdi. Sözgelimi, dik açı konusunda kesin bir yargıya varabiliyordu, çünkü gerçek hayatta, deniz üzerindeki ufuk çizgisiyle, elindeki bir çekülün yaptığı dik açıyı gözleriyle görebiliyordu.

Eukleides geometrisi, üstünde yaşadığımız dünyayı anlamak için mükemmel bir araçtır; bu geometri, bilim ve tekniğin ilerlemesinde önemli bir etken olmuştur.

Eukleides Dışı Geometriler

Eukleides aksiyomlarının kesinliği, XIX. yy .dan itibaren tartışılmağa başladı. Alman matematikçisi Riemann ve Rus matematikçisi Lobaçevski, Eukleides aksiyomlarının tam karşıtı olan aksiyomlardan işe başladılar. Böylece ilk bakışta hiç bir pratik yararı yokmuş gibi görünen değişik geometriler (Eukleides dışı geometriler) doğdu. Ve bu yeni geometriler o zamandan beri birçok alanda (nükleer fizik, astronotik v.b.) işe yaradı (Einstein bunlar sayesinde bağıllık kuramını kurabildi).

Cebir tekniklerinin geometriye uygulanması, noktaları sayılara veya koordinatlara bağlayarak bütün eğrileri hesaplamak ve saptamak olanağı sağlayan analitik geometri'yi doğurdu (Descartes).

Rönesans Ressamları ve Tasarı Geometri

Tasarı geometri'de, uzay geometrinin şekilleri veya öğeleri, tam ve aslına uygun biçimde bir düzleme (üzerine şekil çizilen kâğıt) aktarılır. Rönesans'ın büyük ressam ve mimarları tasarı geometriden yararlanmışlarsa da, onu gerçek bir matematik sistemi haline getiren (temel geometri, kaba perspektif), matematikçi Monge olmuştur.

İzdüşüm geometrisi (bir şeklin herhangi bir noktasını esas alarak tümünü bir düzleme izdüşümle aktarmak), resim ve süsleme sanatı için de çok önemlidir. Ama asıl yeri, aksiyomları ve ilişkileri bakımından izdüşüm geometrisi, matematiğin bir dalıdır.

Saf (Katıksız) Geometri

Geometride, her yerde geçerli kesin belirlemeler giderek azalmakta, başlangıç aksiyomları artık sadece belirli bir geometri için doğru sayılmaktadır. Burada gerçek olan başka bir yerde yanlış olabilir. Her şeye rağmen, maddi gerçeklerin incelenmesinde uygulamalı geometrinin sağladığı olanaklar sonsuzdur.

Yüzölçümü hesaplanmak istenen bir tarlanın çizgisel taslağından tutun da gökcisimlerinin yörüngelerinin saptanmasına, haritalara, planlara, coğrafyada kullanılan ölçeklere, makine yapımına, mimarlığa varıncaya kadar, geometri bilgisinin mutlaka gerekli olduğu alan pek çok ve geniştir.

Bununla birlikte, matematik çalışmaları daha ileriyi, uzak geleceği de göz önünde tutar. Hemen yararlanma kaygısına kapılmadan yapılan matematik araştırmalar saymakla bitmez. Bu çalışmalar, doğruluğu mevcut koşullara bağlı olmayan kusursuz örnekler yaratma amacı güder. Saf geometrinin esası budur.

Thales

Ünlü bir bilgin ve filozof olan (Yunanistan'ın Yedi Bilge'sinden biridir) Miletoslu Thales (M.Ö. 640-562), düzlem geometrinin ilk teoremlerini hazırladı. Thales, bir yapının yüksekliğini, onun gölgesini ölçerek hesaplayabiliyordu.

Pithagoras

"Bir dik üçgende, hipotenüs (dik açının karşısındaki kenar) üzerine kurulan kare öteki iki kenar üzerine kurulan karelerin toplamına eşittir": bu teoremi M.Ö. VI. yy.da yaşamış ünlü Yunan filozof ve matematikçisi Pithagoras bulmuştur. Çarpım tablosunu ve telli çalgılarda gamı icat eden de odur.

Monge

Tasarı geometrinin yaratıcısı ve analitik geometrinin büyük kuramcısı Gaspard Monge (1746-1818), bütün XIX. yy. matematikçilerinin eşsiz ustasıdır.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Kümelerin Tarihi Gelişimi

Matematik dilinde birlik sağlama gereksinimi on dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğ¬ru duyuldu. Bu işi İlk görenlerin başında Alman matematikçi Georg Cantor gelir. Bu birlik kümelerle sağlanır. Zaten sonlu ve sonsuz kümeleri oluşturmak amacında olan Cantor (1845 -1918) bu amaca ilk ulaşanlardan biriydi. Bernard Bolzano (1851) do¬ğal sayıların ötesinde sayılabilme problemini ortaya koyan sonsuz kümeler üzerine olan İlk çalışmasını yayınladı. 1878 yılında Georg Cantorun küme kavramım ortaya atan ilk çalışması yayınlandı. Frege 1893 yılında Aritmetiğin Temel Yasaları isimli ya¬pıtının İlk cildini yayınladı. Bu eserde Cantorunkine çok yakın bir şekilde küme kavramını ortaya koydu. Sayıların kümeye dayalı tanımını verdi.

1903 yılında Russel paradoksu ilk kez ortaya atıldı. Bu paradoks. Fregenin kitabının ikinci cildinde yer aldı. Çalışmanın konusu, matematiğin kümeler kavramı üzerine kurulmasını olanaksız kılıyordu. Kendisini öğe olarak kabul eden kümelerin kümesi anlamsızdır şeklinde olan bu paradoks her şeyin küme olarak alınamayacağım ortaya koydu. Ernest Zermelo, paradoksal kümelere olanak vermeyen ilk aksiyom sistemim önerdi. Russell ve Whitehead 1910 yılında dikkat çekici olan Matematiğin İlkeleri isimli eserlerini yayınladılar. Paradokslardan kaçınmak için tipler kuramı adı altında karma¬şık bir yazım önerdiler. Bu teknik bazı bilgisayar dilleri için temel oluşturdu.

Abraham Fraenkel, 1922 yılında Zermelonun aksiyom sistemini geliştirdi. Günümüzde Zermelo - Fraenkel İsmiyle anılan bu sistem yaygın bir kullanım alanı buldu. John Von Neumann 1924 yılında kümeler kuramım aksiyomatik hale getirmek için temel iki kavrama, yani paradoks olabilecek sınıflara ve kümelere dayanan bir çözüm önerdi. Kurt Gödel 1940 yılında sonlu ötesi sayıların tanımlanmasında zorunlu olan seçme aksiyomu ve bu sayılara tutarlı bir temel hazırlayan süreklilik varsayımının kuramın diğer aksiyomlarıyla çelişmediğini gösterdi. Paul Joseph Cohen 1963 yılında, bu iki önermenin olumsuzunun da kuramın diğer aksiyomlarıyla çelişmediğini gösterdi. Cohenİn süreklilik varsayımı hakkındaki bu sonucu rahatsız edicidir. Nasıl kurulduğu belirtilmeksizin bir doğrunun noktalarının kümesi ve doğal sayıların sayılabilirliği arasında sonsuz büyüklükte keyfi bir sayının sabitleştirilebileceğini işaret eder. Bu konu üzerindeki araştırmalar devam etmektedir.

Kümelerin bu biçimde kurulması sağlandıktan sonra kümelerin dili yazılmıştır. Bu dille kümeler üzerinde bileşim, kesişim, fark. simetrik fark ve tümleyen gibi tanımlar yapılmış ve bu tanımlarla kümelerin kullanılması sağlanmıştır. Kümeler üzerindeki bağıntılar bu dalın bilgisayarlara nasıl yüklenebileceğini göstermiştir. Bu konudaki İlk çalışmaları George Boole (1815 -1864) yapmıştır ikinci ilk adım da Georg Cantor (1845 -1918) tarafından atılmıştır.

Georg Cantor (1845 - 1918)
Cantor Almanyada Hallede yaşadı ve dersler verdi. Trigonometrik seriler üzerine olan çalışmaları onu sonlu ötesi adım verdiği sayılan bulma düşüncesine ulaştırdı. Bu sayının amacı doğal sayıların ötesinde işlem kapasitesini araştırmaktı. Bu noktadan hareketle kümelerin dilini oluşturma düşüncesine vardı. Çalışmaları bazı çağdaşlarınca İyi anlaşılamadı ve çok sert tartışmalara yol açtı. Ünlü matematikçi David Hilbertin (1862-1943) dediği gibi "Georg Cantorun bizim için kurduğu cennetten hiç kimse bizi kovamaz!" sözü bugün haklılığını kanıtlamıştır.


Kümelerin sıralanması, sıralama tipleri, kümelerin sayılabilmeleri, kardinal sayılar, sonlu ve sonsuz kümeler, kuvvet kümeleri. Cantor sürekliliği bu alanın başlıca konula¬rıdır. Bu konularla yeni yeni modeller oluşturulabilir. Hatta eski mantığın bugün yeni modellerle matematiksel formüle bağlandığı bir gerçektir.

Bu arada Cantor paradoksunu da yazalım. Buna daha çok yalancı paradoksu denir. Eskiçağdan beri bilinen bu paradoksun ilk ifadesi şu şekilde yapılmıştır; bütün Giritliler yalancıdır. Epimenides de Giritlidir. "Ben yalan söylüyorum” diyor. Daha kısa bir söyleyişle ben bir yalancıyım. Bu halde Epimenides doğruyu söylüyor mu? Hayır. Çünkü kendisi Giritlidir, o halde yalancıdır. Ama "yalan söylüyorum" derken yalan söy¬lüyorsa o zaman doğruyu söylüyor. Bu durumda çelişki kaçınılmazdır.